DOKTOR PASCAL: EMİLE ZOLA
ÇEV: Hamdi Varoğlu
Emile Zola'nın Para romanını almak için kütüphaneye gittiğimde mevcuttaki 35 Zola kitabının içinde yoktu. Yazar niyetimi bozmadan diğerlerinin içinden Doktor Pascal'ı seçtim. Ve gelen kitapla birlikte bir tarihin içinde yol almaya başladım.
Kitabın ilk sayfasının arka yüzünde yayınevi hakkında bilgi var. Güzel bir yöntem. 1943 yılında Avrupa klasiklerini basmak için kurulmuş 'Ölmez Eserler' yayınevi. Hedefini; Avrupa edebiyatının bütün cereyanlarını ve bu cereyanların aksülamellerini, en güzel numuneleriyle, en beliğ eserleriyle Türk okuyucusuna tanıtmaktır diyor. Ayrıca eserler asıllarından tercüme edilecek, muntazam yayınlar yapılacak, her ayın başında ve on beşinde okuyuculara bir cilt arzedilecek diye yayın politikasını açıklıyor. Böylece döneme dair algı ve işleyişi ahlaki duruşu yayınevi özelinde gözlemliyorsunuz. Yayınevinin seriye isim olarak seçtiği 'Ölmez Eserler' kelimesi dikkatimi çekiyor. 1960 ihtilalini yapan subaylar da kendilerini "Ölmezler" diye tavsif etmiş ve şehirlerin caddelerine boy boy fotoğraflarını koydurmuşlar. Bu anlamda kelimenin konjüktürel bir duruşu olabilir diye düşünmeden edemiyorum.
Kitaba Başlangıç diye bir başlık açılmış, bugünün önsözü diyebiliriz. Burada Avrupa edebiyatının serencamı romantizmden realizme, natüralizmden psikolojik romana kadar güzel bir özet metin var. Ve tabi Emil Zola'nın yazım süreci, oturduğu zemin ve dönemindeki Avrupa fikir akımları incelenmiş. Doktor Pascal'da 1893 Fransa’sında bilimin ışığında ilerleyen doktorların durumu anlatılıyor.
Döneme dair bir garabet zamanında büyük bir şöhret kazanan, bir mektep tesis eden romanda adeta çığır açan Zola'nın Fransız Akademi’sine alınmamasıdır diyebiliriz. O kadar ki 31 defa müracaat ettiği halde hep reddedilmiş. Demek ki bu yöntem bize de Fransa'dan gelmiş. Yoksa Fransa'da doktorasını yapan, alanında önemli bir alim olan Nurettin Topçu’nun lise hocası olarak konuşlandırılmasını nasıl anlayabilir, anlamlandırabiliriz. Bu bölümde Zola'nın eserlerine dair de önemli bir değerlendirme bulunurken son birkaç paragraf da tercüme ve tercümana dair yapılmış.
Kitaba dair enteresan bir hikâye de kapağın arkasına konan okuyucu çizelgesi. Bir nevi kitabın okunma grafiğini gözlerinizin önüne seriyor. Şimdiye kadar ben de dâhil toplamda 7 kişi almış kitabı. İlk okunma kaydı 1958. Diğer kayıtlar 1960'lı yıllara ait. Sonra ta 2003'e kadar süren uzun bir boşluk. Ondan sonra da ben 2021 alıyorum. Kütüphane 1953'de faaliyete geçmiş. Kitap 1943'de basıldığına göre kütüphanenin kurulduğu günden itibaren raflarda. Bu durumda 68 yıl önceki bir kitaba dokunmuş ve okumuş oluyorum. Bu da bir başka açıdan insanı etkiliyor. Karton kapak olduğu ve az okunduğu için iyi korunmuş. Kağıdı da çok ince, sarı şeffaf kaliteli bir kağıt.
İşte böyle kütüphaneden kitap alırsanız bir de kitap- kütüphane ilişkisine dair verilere ulaşırsınız demek istiyorum. Yeni kütüphane ve kitaplarda bu arkaplan bilgileri yok. O yüzden de Şemsipaşa Kütüphanesi yeni favorim… . Bu da günümüz insanının yaşadığı yoksunluklar hanesine yazılsın o vakit.
Kitap 15 Eylül 1943 de İstanbul Ülkü matbaasında basılmış. 100 kuruş da fiyat koymuşlar. Rakamsal değer o dönemden bu günlere nasıl çevrilip getirilir bilmiyorum.
İçeriğe dair
Kitabın dili üzerinden bakarsak Emil Zola'nın edebi yönü çok bariz. Diyaloglar germiyor, kısa tutuluyor hemen aralara mekana, ana dair tasvirler ekleniyor. Çeviri dili de çok güzel. 1943'lerdeki kelime zenginliğine gıpta ediyor, ne kadar çok kelimeyi artık kullanmadığımızı fark edip hayıflanıyorsunuz. Mesela ilkkânunun[1] birinci haftası veya râşelerle/ titremek sarsıla sarsıla ağladı. diye başlayan cümleler gibi. Artık kullanmadığımızı ama 1943'lerde kullanılan dilin zenginliğini gösteriyor. Yoksunluğun seyri ve derecesi açısından önemli...
Neredeyse bir sayfa yakın virgüllerle bağlanan ve fakat insanı sıkmak yerine anlatıya heyecan, renklilik, çeşitlilik katan cümleler de Zola’nın edebi yönüne ait bir not olarak kaydedilmeli diye düşünüyorum. Kitap dönemin ruhuna uygun bilim- irsiyet çalışmalarını merkeze almış. Doctor Pascal'ın pozitif bilimin bir neferi adeta. “Ah bu irsiyet onun için nasıl sonsuz tefekkür mevzu teşkil ediyordu. Asıl beklenmedik asıl akıllara durgunluk verecek şey ana baba ile çocuklar arasındaki benzerliğin tam riyazi bir benzerlik olmaması değil miydi? ve bilim adamı titizliğiyle sorular sorar. Nesilden nesile bedeni ve fikri bir terakki mevcut mu idi? Dimağ gitgide büyüyen ilimlerin temasiyle genişliyor mu idi? Zamanla daha büyük bir akıl ve saadet ümit edilebilir miydi? Cinsiyeti ilim yoluyla önceden tayin etmek yahut hiç değilse izah etmek asla mümkün olmayacak mı idi? Pascal'ı beşeriyeti diriltmek gibi asli ve delice bir ümide saplandırmıştı” diye düşünüyor mesela. Sorulara bakarsak bilimin o dönemdeki serencamı ve ufkunun genişliğini görebiliriz. Tabi Zola’nın bunları ustalıkla işlediği romanları zihinsel ve toplumsal değişim ve dönüşümün en güçlü araçları. Daha sonra film ve sinema endüstrisiyle bu süreç ilerleyecek ta 1950 yavaş yavaş aslında bilimin de bilmediği şeyler var sözleri duyulacak. Ama 1860 sonrasında bilim iman konumunda adeta…
Kendi soy ailesi üzerinden yaptığı bilimsel tespitler dönemin ilim algısını gösterirken annesinin ailemizi dış dünyaya sunarak bizi rezil ediyorsun şeklindeki karşı çıkışları da yaşadığı muhalif tepkileri de açığa çıkartıyor. Anne - oğul daha doğrusu Pascal’ın yakınında aynı evde yaşayan 3 kadın ile arasındaki mücadele pozitif bilim, din- dinsizlik ilişkisinin serencamı. Bütün kadınlar dine dönmesi için yalvarırken buna güç yetiremeyeceklerini anladıklarında çalışmalarını, dosyalarını, buluşlarını tahribe yönelmeleri de kilise- bilim arasında yaşanan gerilimin aile ölçekli neden olduğu sefahat, açlık, ahlaki çöküş de aileler ve mekanlar, şehirler üzerinden anlatılmakta...
Nevin Meriç.
27 Nisan 2021
[1] Eski takvimde Kanunla başlayan iki ay var. Kanunuevvel Aralık kanunusani Ocak .